Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, uzak diyarlarda Keloğlan adında fakir ama zeki bir delikanlı yaşarmış. Keloğlan, annesiyle küçük bir kulübede oturur, ormanda odun toplayarak geçimlerini sağlarmış. Günlerden bir gün, odunları satmak için pazara giderken yaşlı bir adamla karşılaşmış.
Yaşlı adam, Keloğlan’a gülümseyerek, “Evlat, sen çok iyi kalpli birisin. Eğer bana odunlarından biraz verirsen, sana sihirli fasulye taneleri vereceğim,” demiş.
Keloğlan, yaşlı adamın gözlerindeki ışığı görünce, ona birkaç odun vermiş. Adam da avucuna beş tane altın gibi parlayan fasulye tanesi bırakmış. Keloğlan, eve döndüğünde fasulyeleri annesine göstermiş. Annesi kızarak, “Biz bu fasulyelerle mi karnımızı doyuracağız?” diyerek onları bahçeye fırlatmış.
Gece olup herkes uyuyunca, bahçeye atılan fasulye taneleri bir mucize yaratmış! Sabah uyandıklarında, bahçelerinde gökyüzüne kadar uzanan dev bir fasulye sırığı olduğunu görmüşler.
Keloğlan, merakına yenik düşerek sırığa tırmanmaya başlamış. Saatlerce tırmanmış, sonunda bulutların üzerine çıkmış! Karşısında altınlarla dolu bir saray ve dev gibi bir kapı duruyormuş. Keloğlan içeri girince, dev bir sandık görmüş. Sandığın içinde altınlar ve sihirli bir altın tavuk varmış.
Ancak tam tavukla altınları almak üzereyken, GÜRÜLTÜLÜ BİR SES DUYMUŞ!
“Kim benim sarayıma izinsiz girer?”
Keloğlan arkasına baktığında, koca bir devin üzerine doğru geldiğini görmüş. Hemen sihirli tavuğu kaparak kaçmaya başlamış. Sırığı hızla inerken, dev de peşinden gelmiş. Tam bahçeye ulaştığında, baltayı kaptığı gibi fasulye sırığını kesmeye başlamış. Sonunda sırık devin ağırlığını taşıyamamış ve dev büyük bir gürültüyle yere düşerek ortadan kaybolmuş.
Keloğlan ve annesi, sihirli tavuğun her gün altın yumurtladığını görünce çok mutlu olmuşlar. O günden sonra, artık ne aç kalmışlar ne de fakirlik çekmişler. Keloğlan’ın iyiliği ve cesareti sayesinde hayatları değişmiş.
Ve masal bu ya… Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine!
Yorum yaz