Vakti zamanında, Bilgelik Dağı’nın eteklerinde, zekâsıyla tanınan küçük bir çocuk yaşardı. Adı Mert idi. Küçük yaşına rağmen köydeki en zor bilmeceleri çözüyor, herkesin hayranlığını kazanıyordu. Ancak Mert, gerçek zekânın ne olduğunu öğrenmek istiyordu.
Bir gün, yaşlı bir bilge olan Hoca Zade, ona şöyle dedi:
— “Eğer gerçek bilgelik ve zekâyı istiyorsan, Zekâ Taşı’nı bulmalısın. Ama unutma, onu sadece aklını ve kalbini doğru kullanan bulabilir.”
Mert hemen yola koyuldu. Önünde üç büyük bilmece vardı.
Mert, yolun başında üç kapıyla karşılaştı. Kapıların üzerinde şunlar yazıyordu:
- Kolay Yol
- Zor Yol
- Bilinmeyen Yol
Birçok kişi Kolay Yolu seçiyordu ama kimse başarılı olamıyordu. Zor Yol ise dik ve taşlıydı. Ancak Bilinmeyen Yol, sadece cesur olanların keşfedebileceği bir sır taşıyordu. Mert, merakına yenik düşüp Bilinmeyen Yol’u seçti. Yolun sonunda bir ipucu buldu:
— “Zekâ, doğru soruyu sorabilmektir.”
Mert, bir nehrin kenarına ulaştı. Nehrin ortasında parlayan bir taş vardı. Ancak su o kadar hızlı akıyordu ki taşın yanına gitmek imkânsızdı. O anda, yaşlı bir adam ona sordu:
— “Zekânı kullanarak bu taşı nasıl alırsın?”
Mert düşündü. Eğer suya atlayamazsa ve köprü de yoksa, başka bir yol bulmalıydı. Sonunda fark etti ki, nehrin yukarısına gidip suyun akış yönünü değiştirebilirse taşı alabilirdi. Büyük bir kaya parçasını nehrin önüne koyarak suyun yönünü değiştirdi ve taşı aldı. Yaşlı adam gülümsedi:
— “Gerçek zekâ, zamanın gücünü anlamaktır.”
Sonunda Mert, Bilgelik Dağı’nın zirvesine ulaştı. Karşısına çıkan taşın üzerinde şu yazıyordu:
“Gerçek zekâ, sadece bilmeceleri çözmek değil, öğrendiklerini paylaşmaktır.”
Mert, taşın sırrını anlamıştı. Köyüne döndü ve öğrendiği her şeyi çocuklarla paylaşmaya başladı. Böylece herkesin zekâsı gelişti ve köyü bilgelik merkezi haline geldi.
Ve o günden sonra Zekâ Taşı, yalnızca bir efsane olmaktan çıkıp, Mert’in bilgeliğiyle herkesin kalbinde parlamaya devam etti.